Hindistan'da 1991'de başlatılan ekonomik liberalizasyon, daha önce devlet kontrolündeki ekonomiden piyasa güçlerine ve küresel ticarete daha açık bir ekonomiye doğru önemli bir değişime işaret etti. Bu geçiş, ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı teşvik etmek için özel ve yabancı yatırımların artırılmasına odaklanarak Hindistan ekonomisini daha pazar odaklı ve tüketim odaklı hale getirmeyi amaçlıyordu. 1966'da ve 1980'lerin başlarındaki liberalleştirme girişimleri daha az kapsamlıydı.
Genellikle LPG (Liberalizasyon, Özelleştirme ve Küreselleşme) reformları olarak anılan 1991 ekonomik reformu, büyük ölçüde ciddi bir durgunluğa yol açan ödemeler dengesi krizi tarafından tetiklendi. ABD'yi tek süper güç olarak bırakan Sovyetler Birliği'nin dağılması ve IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarından alınan krediler için yapısal uyum programlarının gerekliliklerinin karşılanması ihtiyacı da rol oynadı.
Bu reformların Hindistan ekonomisi üzerinde derin etkileri oldu. Yabancı yatırımlarda önemli bir artışa yol açarak ekonomiyi daha hizmet odaklı bir modele yönlendirdiler. Serbestleştirme sürecinin ekonomik büyümeyi artırması ve Hindistan ekonomisini modernleştirmesi ile büyük ölçüde itibar görüyor. Ancak aynı zamanda tartışma ve eleştiri konusu olmuştur.
Hindistan'da ekonomik liberalleşmeyi eleştirenler çeşitli endişelere işaret ediyor. Hızlı endüstriyel genişleme ve yatırım çekmek için gevşetilen düzenlemeler çevresel bozulmaya yol açabileceğinden, önemli sorunlardan biri çevresel etkidir. Bir diğer endişe konusu ise sosyal ve ekonomik eşitsizliktir. Serbestleşme şüphesiz ekonomik büyümeye yol açmış olsa da, faydalar nüfus arasında eşit bir şekilde dağıtılmamış, bu da gelir eşitsizliğinin artmasına ve sosyal eşitsizliklerin daha da kötüleşmesine yol açmıştır. Bu eleştiri, Hindistan'ın liberalleşme yolculuğunda ekonomik büyüme ile büyümenin faydalarının adil dağıtımı arasındaki dengeye ilişkin süregelen tartışmayı yansıtıyor.